ÜŞÜME
Üşüyorum dokunma yüreğime
Kış kıyamet ölüm kokusu sindi sokağıma
Yüreğim bir tipi, kara gömülmüş suçluluk
Geçmişini yitirmiş eski bir yolculukta
Üşüyorum dokunma bedenime
Tensel yakarışların ölüm çığlığı benimkisi
Issız kalan şehirlerin bir hikaye anlatıcısı
Kimi zaman Leyla kimi zaman Mecnun
Kalbimin gayya kuyusu
Üşüyorum dokunma gözlerime
Görmekten korkar oldu
İçimdeki titrek güvercin
Kanat çırpışında tipiye yenik düşüyor
Ölümcül uykusu
Üşüyorum arama gizlerini
suç ortağı öykülerimde
Ben kendinden bile uzak bir yaşama adres verdim
Geleceğin bahar düşlerini
Mecnun’ken uzak çöllerde yitirdim
Tenin tutsak yazgısını
Üşüyorum tut ellerimi…
Erinç BÜYÜKAŞIK
SENİ ANLATABİLMEK
Saçlarıma dolanan aydınlığımsın
Somutlaştıramadığım tek imgemsin
Şiirde anlattıkça eksilen tek anlam
Hala bıraktığım gibi misin
Eksileceğinden korktuğum için seni hissettiğim gibi anlatamadım kimselere. Seni hep yüreğimde sakladım.
Öyle ağırım ki kendime
Sen benden gittin gideli
Tenim küs olmuş tenime
Sen benden gittin gideli.
Seni öyle sevdim ki… seni öyle sevdim ki; yokluğun ölümüm oldu. Hayata dönebilmem için senden vazgeçmeliydim. Buna rağmen ben ne senden ne de yaşamaktan vazgeçtim.
Sen benim varlığımın tek nedeniydin. Beni ben yapan sendin. Senden vazgeçemedim. Senden vazgeçseydim kendimden vazgeçmiş olacaktım. İşte bu yüzden ne senden vazgeçtim ne de kendimden.
Bir daha benim olmayacağını biliyordum. Ama ben seni yüreğimde hissetmekten vazgeçmedim. Sen istiyorsun diye senden vazgeçemezdim. Eğer vazgeçseydim; sevgime ihanet etmiş olurdum. Sevgime ihanet etseydim, kendime ihanet etmiş olurdum ve bu da yaşadığım sürece yüreğimi acıtırdı.
Yüreğimin acımasını hiç istemedim. Seninkini de acıtmayı istemedim. Acıtan taraf hep sen oldun. Acıtmayı sevdin. Bu sefer, bu yaptığının bizden neler götüreceğini düşünmedin.
Bizi tükettin. İnsanlığımızı tükettin. Sevdamızı tükettin. Ama bunları sen sadece kendinde yaptın. Bende tükenen bir şey olmadı. Sen ‘ tükendi sevdam’ demeyi tercih ettin, bense buna hep karşı koydum. Her zaman ‘ terk etmedi sevdan beni’ demekten gurur duydum. Çünkü; sevgime ihanet etmedim.
‘gözlerin gözlerime değdiğinde
Felaketim olurdu ağlardım.’
Gözlerine bakmaktan korktum. Gözlerin doğruyu söylerken, dilin yalan söylüyordu. Gözlerine bakamadım gerçeklerden korktuğum için.
Şimdi ise sensizim. Artık ne gerçekleri görmekten korktuğum gözlerin var, ne de sen ömrüm dediğim. Ben şimdi sensizim, sense ellerlesin.
‘seni anlatabilsem seni
Yokluğun cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum
Kapama gözlerini’
Aylin İMRE
ŞEHİRDİR
gecenin ışıklarına sığındı çocuk
soğuk kardeşti esen yele
ışıklara bürünmüş bir şehirdi ölüm
koca şehir
yedi tepe
karanlıkta yankısını bulur keder
ışıktır yoksulluğu gizleyen gece vakti
şehir ölüme kardeş türküsünü söyler
ayazında şubatın
kaybolmuştur “ben” uzak şehrin anılarında
hoyrattır dün, güzel anımsanır..
imgesini dinlendirir yedi tepenin ölüm kondularında
seslenir koca şehir
yedi tepe
tarihini unutmuş çoktan
hayat kondulara sığınmış bir umut
yankılanır
uysal, korkak
sığıntı zamanlarında sokağın
ses verir
im’lenir
koca şehir
yedi tepe
ulanır sesi
karadeniz’e…
bir vapur geçer Bogaziçi’nden
nazım’dır soluk soluğa
varna’ya doğru..
çocuk yoksul ve yoksun gecesinde
yetişir şubatın ayazına
yalnızlığında ulanır uykusuz
tophane’nin karanlık sokaklarında
şairler ses verir düşlerine
unutmuştur şehir düne dair öyküsünü
bugün unutkandır
unutmaya meyilli
savrukça tutunur akan zamana
evlerdir gizil düşmanları sevdanın
gizli sevdaların arsız anlatıcıları oluverir
an be an
im verir
imlenir
koca şehir…
uzaktır çocukluk
başka şehirlere gizlenir
çoğul yalnızlığında kondular
yoksulluğa ışık verir
şehirdir öyküsüne gizlenir
aslında her şehir utangaç bir çocuktur
gizlenir
seslenir
kirlenir…
Erinç Büyükaşık
KATLEDİLMESİNİN BİRİNCİ YILINDA
HRANT DİNK'İ ANIYORUZ
UMUT
Acılardan sağılan dirençtir damla damla
kurumuş toprağa düşen ilk yağmur
gökyüzünü süsleyen ürkek güvercindir
öbek öbek bulutların ötesinde.
Karanlığı aydınlığa dönüştüren
simyadır ısıtır üşüyen yürekleri
yüz binlerin sessiz haykırışıdır
akıp giden kışların ortasında.
Kurumuş defnenin gövermesi ansızın
yine derin bir yitimi uğurlayan
bütün renklerin dimDink duruşudur
daracık günlerin sultasında.
Yüreklerden dize dize kopan
sımsıcak ezgidir bu,ağıt değil
inanç dolu,inat dolu
yaşamın sıfır noktasında
Selman BÜYÜKAŞIK
AĞIT
Billur'a
Bir felaketi bölüştük seninle
Beklenmeyen ölüm sana düştü-korkunç!
O tüketen yalnızlık bana
Artık sen yoksun sevgilim ,yani hiç
'Ve hiçbir şey hiçten daha gerçek değildir' *
Şimdi bütün akşamlarda hüznüm var
Bir felaketi bölüştük seninle
Ansızın,bir şimşek yalımı
Ölüm sana düştü -ne acı !
Süreğen bir suçluluk bana
Ellerin vardı arkadaşım
Dudakların beni çoğaltan
İşte uzandığın divan,şimdi soğuk
İşte renk verdiğin andaç örtüler
Ben nasıl nasıl dururum burada
Kokunun sindiği her eşya seni sorar
Bir felaketi bölüştük seninle
Hiç düşünmediğimiz
Ölüm sana düştü-haksızlık !
Bana soğuk bir bozkır gecesi
Ah,yaşam renkli bir alışkanlıktı yanında
Oysa şimdi kapıyı her çalışımda
O lime lime eden düş kırıklığı
Ölümün en erken ölümdür
Sevgilim,acıların sultasında
Şimdi tek sığınağım:anılar!..
*M.Cevdet Anday
Selman BÜYÜKAŞIK
TÜRKİYE: ÜZGÜN YURDUM GÜZEL YURDUM
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Boynu bükük ay çiçegi
Siirin ve askin gelecegi
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Dag rüzgari, portakal bali
Alçak gönüllü, hünerli, sevdali
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Yazgisi kara yazilmis gelin
Kurumus sütü memelerinin
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Harli bir ates gibi derinde yanan
Haramilerin elinde bulunan
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Güngörmüs, bilge topragim
Yunus, Pir Sultan ve Nazim
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Bozlat, agit, halay ve zeybek
Dumani üstünde ekmek
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Yüzü kiris kiris anam
Aglayan narim, gülen ayvam
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Asmalarin üstünde gün isigi
En güzel gelecegin yakisigi
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Zinciri altinda kimildayan
Bitecek sanildigi yerde baslayan
ATAOL BEHRAMOGLU
İlimsiz
şiir, harcı ve hesabı olmayan duvar gibidir.”
Fuzûli
arkadaş z. özger'in dizelerine
siz de bir kulak verin..
SEVDADIR
Göğü kucaklayıp getirdim sana
kokla
açılırsın
solmuşsun
benzin sararmış
yorgun bir işçinin yüzüne benziyor yüzün
öyle bükük bakma bana
çam kolonyası getirdim sana
kentli dağlıların haklı sevdasını
bolu ormanlarından çarpan bir koku
sanki köroğlunun ter kokusu
aman kokusu, billah kokusu
canlarım, canım benim
üzme kendini bu kadar
sana umudu öğretmeyenlerin suçu mu var
bak yer yüzü ne kadar geniş
ne kadar dar
Dur
akıtma gönlüm yaşını
gözünden öpecek bir yer bırak
oy bana en yakın
bana en uzak
sevgili yar
Hasretine vur beni
Giyecek çamaşır getirdim sana
adettir diye değil, sevdim diyedir
bağişla, eski biraz
bedenim uygundur diye bedenine
elimle yıkadım, ütüledim
elma ağacında kuruttum
Günler sarmal bir yay gibi
bunu unutma
Bahar annemizin yemenisindeki solgun çiçektir
bunu unutma
Seni ben her yerinden öperim
beni unutma
kadere inansaydım
sana inanırdım
Düşürmem sigaramın ucundaki külü ben
öyle kırık bakma bana
Caddeler nasıl da genişliyor
sana bunu söyleyecektim
Bileyli bir makas vardı yanımda
sana bunu söyleyecektim
Hadi kes büyüyen tırnaklarındaki kiri
sana bunu...
Oyy nasıl söyleyebilirim
deliren sevdamızın kısrak huyunu
Elimi tut
tuttururlar, o kadarına izin verirler
kahreden bir ayrılığın çılgınlığı değil bu
Bir isyanın kelepçeleşmiş resmidir parmaklarımız
sen içerde
Ben dışarda...
Oyyy mahpusluk mahpusluk...
(Şubat 1973 - Yansıma sa. 18
bazı gecelerin sabahı yoktur
yalnızca karanlık olarak kalırlar
bazı ayrılıkların dönüşü olmaz
giden gider
borçlarıyla yaşar kalanlar
geleceği yoktur bazı kalplerin
aşk uğramaz onlara bir daha
tek bir hatırayla yaşlanırlar
bazı pişmanlıklar uzun sürer
zamana yayılırlar
kendinden kaçanlara
saklanacak yer kalmaz dünyada
gün gelir kendileriyle tanışırlar
asıl yalnızlık o zaman başlar
hayata geç kalmıştır kendine geç kalan
şairin dediği gibi
bir daha yaşamak zorunda kalır
geçmişi anlamayan
bazı geceler
bazı insanlar
bazı yerlerde
sahiden karşılaşırlar
bazı insanlar bazı aşklar bazı şarkılar
bu yüzden unutulmazlar
bazı hayatlar hayal tutmazlar
bu yüzden
bazı bazı bazı
çabuk yaşayıp
ansızın kaybolmalar
bazı bazı bazı
murathan mungan
ÇOĞALMA
Çoğaltıyorum kendimi
Esrik kahkahalar
Martıların çığlığında
Ve tanrı kendini bir kadının bedenine sunuyor.
Gecenin kıyısında sürüyorum yılların ak saçlı izlerini
Bir başlangıç
Bir bitiş
Soğuk buzlu camlarda kalır
Ellerim:
Köşe başlarında bekleyen
Titrek lambalar
Yolların ardında bıraktığım
Gözlerim
İsa bedeninde
Çarmıhta
Bir soba deliğinden fışkırıyorum
Siliniyor
Küçülüyor
Küçülüyor
Toz oluyor gölgeler
ulaş yıldırım
DON KİŞOT
Ölümsüz gençliğin şövalyesi,
ellisinde uydu yüreğinde çarpan aklına,
bir Temmuz sabahı fethine çıktı
güzelin, doğrunun ve haklının :
önünde mağrur, aptal devleriyle dünya,
altında mahzun, fakat kahraman Rosinant'ı.
Bilirim,
hele bir düşmeyegör hasretin hâlisine,
hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek,
yolu yok, Don Kişot'um benim, yolu yok,
yeldeğirmenleriyle dövüşülecek.
Haklısın, elbette senin Dülsinya'ndır en güzel kadını yeryüzünün,
sen, elbette bezirgânların suratına haykıracaksın bunu,
alaşağı edecekler seni
bir temiz pataklayacaklar.
Fakat sen, yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun,
sen, bir alev gibi yanmakta devam edeceksin
ağır, demir kabuğunun içinde
ve Dülsinya bir kat daha güzelleşecek...
NAZIM HİKMET
(1947)
Ölü Şehirlere Dair
Kondularda yaşandı geçmişlerimiz
Her anı yeni bir kesite gebe
Sessiz, ölüme yakışır çığlıklar,
Bilirim ki dingin geçer ölüler
Yaşamın varoşlarından
Bir çocuk oyunu
Gizlenir yoksul düşlerimize
Kaçışır sokağın darlığı
evrenin geniş soluklanımlarından
kentin yazgısında
yazılır:
kentin orta yeri
ölü evi
umarsız bekleriz
insanlık muştusunu
ve sessizce ağlar
köşelerine sinmiş yoksul şehirler
günbegün yıkık kondularda
şimdi bir ölü yaşar
omuzların üzerinde
( 6-12-1999 )
Erinç Büyükaşık
kentlere yolculuk yapan
göçebelerden kalır
bu yara.
belli ki umarsız bir
seviye gizlenmiş
ağlamakta ıssız çocuk
sokağın yıpranmış tarihine
inat
savruluyor geçen sonbaharda
kent koca bir ölümü
besliyor
ölüm ki yürekli bir söylence
bu güne inat
yaşam yoldaşı
sevdaya dair
bir masal kalıyor geriye!
Erinç BÜYÜKAŞIK
Nisan 2001- İstanbul
SÜRGÜN ÜLKEDEN BAŞKENTLER BAŞKENTİNE -2
Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği
Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Uzatma dünya sürgünümü benim
Güneşi bahardan koparıp
Aşkın bu en onulmazından koparıp
Bir toz bulutu gibi
Savuran yüreğime
Ah uzatma dünya sürgünümü benim
Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil
Ayaklarımdan belli
Lambalar eğri
Aynalar akrep meleği
Zaman çarpılmış atın son hayali
Ev miras değil mirasın hayaleti
Ey gönlümün doğurduğu
Büyüttüğü emzirdiği
Kuş tüyünden
Ve kuş sütünden
Geceler ve gündüzlerde
İnsanlığa anıt gibi yükselttiği
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Bütün şiirlerde söylediğim sensin
Şuna dedimse sen Leyla dedimse sensin
Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin Belkıs'ın
Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin
Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için
Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini
Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini
Ey gönüllerin en yumuşağı en derini
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Yıllar geçti sapan olumsuz iz bıraktı toprakta
Yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında
Çatı katlarında bodrum katlarında
Gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba
Hep Kanlıca'da Emirgan'da
Kandilli'nin kurşuni şafaklarında
Seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında
Şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Ey çağdaş Kudüs (Meryem)
Ey sırrını gönlünde taşıyan Mısır (Züleyha)
Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs bardağında
Köle gibi satıldım pazarlar pazarında
Güneşin sarardığını gördüm Konstantin duvarında
Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında
Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında
Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda
Verilmemiş hesapların korkusuyla
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
SEZAİ KARAKOÇ
bir turna sürüsüydüler
kondular madımak'ın üstüne
o turnalar ki yurdun
her ikliminde yangın
her ikliminde mazlum ve madun.
gelmişlerdi bu iklime
sevgiyi, hoşgörüyü paylaşmak için
o turnalar ki yurdun her iklimine alışıktırlar
ancak kanlı karasal iklimde en zayıf yönlerinden vurdular.
çalışmıştı derslerine iklimler turnaların siluetini çalacaklar
onları zümrüt-ü anka olmak zorunda bıraktılar.
o turnalar ki toplum adına öncüldürler
ve gelecek yeni turnalar onları küllerinden yarattılar.
D. TURGUT
temmuz'03, Istanbul