Bilge Karasu'nun Metinleri ve Metinlerindeki "Ben" /Erinç Büyükaşık



BİLGE KARASU'NUN METİNLERİ VE METİNLERDEKİ "BEN"

Türk edebiyatında farklı bir izlek ve söylem olarak Bilge Karasu metinlerinin çoğunlukla post-yapısalcı bir irdelemeyle çözümlendiği görülmektedir. Metinlerin elbette alt-metin ilişkidi üzerinden bakıldığında felsefece bir edebiyat yaratma savının somutlukları Bilge Karasu'nun edebi evreninde fazlasıyla gözümüze çarpar. Yaşam ve edebiyat bağlamını metinler aracığıyla ve bireyin evrendeki yalnızlığını sorgulayarak ortaya koyan Karasu, metinlerinde temel olarak toplumda "ben" olmak, ötekileşmek, yalnızlık sarmalındaki bireyin dünyaya ve eşyaya dokunma çabasını irdeler sürekli. Dilindeki değişkenlik, dilin kırılmaya, parçalanmaya yönelik deneysel görünümü de bu çabadan kaynaklanmaktadır kuşkusuz. 

Metinleri şablon bir "durum" veya "olay" öyküsü temelinde irdelemektense izlenimlerle dünyaya dokunma çabasındaki aydının seslenimleri olarak görmek daha sağlıklı olacaktır. Yaşam tümcelerle başlar , tümcelerle biter bu doğrultuda. Elbette bu bakış açısı Sait Faik'in nesneler dünyasıyla kurduğu dolayımlı veya doğrudan bağa yakındır. Ancak bu yakınlık belki de çok daha fazla Tanpınar metinlerindeki nesneler dünyasının içindeki insanı arama uğraşıyla benzeşir.  Bu izleğin aynı zamanda Murathan Mungan'ın Üç Aynalı Kırk Oda'sında gördüğüm ruhsal çözümlemelere denk düştü, toplumsal algının eşcinsellik temasına bakışındaki yalnızlığın da benzer noktalarda metinlere yansıdığı farkedilmektedir.


İkinci Yenicilerin nesnelere ve dünyaya bakışındaki derinliğini Edip Cansever'in "Masa"da aradığı yaşam izleğinin benzer yansımaları "Narla İncile Gazel"de, "Gece"de birçok açıdan karşımıza çıkar. Temel mesele bu metinlerdeki yalnızlığın karamsar bir bakışla bütünleştiğini görmektir. İnsana dokunmaktan kaçan beden ve tin kedilerle bir dünya kurar bu bağlamda. "Ne Kitapsız Ne Kedisiz" bir kitap başlığı olarak böyle okunmalıdır sanıyorum. Füsun Akatlı'nın bu metinlerde yaşanan farklı yollarda kaybolma durumuna dair aslında okurun kendi derinliklerinde  yolunu bulabilme şansını yakaladığını ifade etmesi de zaten metinler de çok anlamlı dünyayı gözler önüne sermektedir. Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı'nda Andronikos gibi, Gece'deki ölümcül ve korku saçan diktatoryal insanlar ve  doğal olarak okur da metinler arasında savrulur kuşkusuz. Bu savrulma yeniden kendini bulma ama başka bir tarifle yeniden tanımlanma süreci olarak karşımıza çıkar. Daralan, küflenen toplumsal ahlak, yasaklar zinciriyle bireyin üstünde demoklesin kılıcını yaratırken birey içten içe var olma kavgasını seslendirmektedir. Bu okurun da çabasıdır kuşkusuz..Metin yazar kadar okuru da değiştirecektir."Narlar kentinde incir arama" çabasının da ana  gerekçesi budur.
Ben'in hiçlenmesi, bıktırıcı yalnızlığı, ilenci metinlere bu açıdan doğrudan yansıyan bir izlektir. Nesneler adeta tinsel yorgunluğu simgeler. "Narla İncile Gazel"de yazarın şu ifadesi birçok açıdan söylediklerimizi somutlayacak niteliktedir:
"Nar kentinde bir incir buldum. Narı da inciri de, övmek isterim. Anam her kışın en karanlık noktasında, eve girerken bir nar atardı yere, bütün gücüyle; parçalanıp iyice dağılsın diye. Evin beti bereketi niyetine... Ardından hızla süpürüp silerdi ortalığı. Bir iki gün sonra, narın patladığı yerden çok uzakta incecik bir çıtırtı duyduğum olurdu ayağımın altında. Ne kadar dağılmışsa nar taneleri, o kadar iyiydi. Topladıktan sonra söylerdim anneme, sevinsin diye.."
Sadık Yalsızuçanlar'ın irdelemesinde söylediği gibi gövdeden türeyen her filiz, bu çok katlı yapıda bireyin içinden çıkan yeni seslenme olanakları, yeni varoluş alanları, ben'in yeniden keşfi olarak karşımıza çıkar.

Gece'de belirsizliğin içinde yaşamın içinde yok oluşa meyilli toplumun baskının karşısında yıldırılmışlığı yine aynı izlekle karşımıza çıkar. Bu izlek dildeki çok katlılık kadar, Akişt Göktürk'ün söylediği gibi yaşamı karvaramada karşıt olan içinde deneyler ve yaşanmışlığın tes yüz edilmesi durumudur. Karanlık, yarasalar, ölüm imgesi adeta bir korku ütopyası gibidir. Ancak bu toplumsal gerçeklikle özellikle 1970'lerin çatışmalı ve sancılı tarihsel kesitleriyle kolaylıkla ilişkilendirilebilir. Esra Karaduman'ın ifade ettiği gibi Jean Genet'in metinlerindeki imgesellik, ben'in yaşadığı savruluş içinde toplumsal karşıtlıklar metnin temel izleğini oluşturmaktadır.
“...yazı yoluyla dünyanın karışıklığına, insanın karmaşıklığına düzen getirme sanısı, daha ötesini niye söylemeyeyim, sabukluğu, çoğumuza, belki de hepimize, bir utku gibi geliyor; bizleri avutuyor; bir sonraki yazımızla bu utkuyu sürdüreceğimize, büyüteceğimize güveniyoruz. Ne zaman vazgeçeceğiz, kendimizi, birbirimizi böyle aldatmaktan?”
Yasaların kendi iç örgüsünde yarattığı yasadışılık, korku hükümranlığı Gece'de belirgin olarak metnin atmosferini oluşturur bu anlamda.Aynı şekilde Troya'da Ölüm Vardı'da karşımıza çıkan baskıcı anne ve kadın karakterleri de toplumsal normların temsilcisi olanla ötekinin çatışması olarak karşımıza çıkmaktadır:
"bir gün, şey demişti, hatırlarım, kadınlar demişti, hayır hayır, siz kadınlar demişti de alınmıştım, kızmıştım ona, sinirlenme demişti, bağırmak istiyorsun gene besbelli, sus ama sus da dinle, bıktım usandım bu çığırmandan demişti, susmayı o anda sanki neden kabul ettim bilmiyorum, siz kadınlar derken susmayacaktım ya, budalalık ettim, bütün ömrümce ettiğim gibi zaten, bu denli budala olmasaydım, ne babasına varırdım, Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın adamcağız, işte beni bir o sevdi, ona da varmadım, varamadım, o hain kaza aldı onu elimden, budala olmasaydım ne Reşit'e varırdım yani ne de, şey, yani Reşit'e varmazdım o olmasaydı arada, kimbilir ne de iyi olurdum, yok belki de daha kötü olurdum ya, işte onun yüzünden, onu sevdiğimden, ona deli gibi, daha doğumundan çok önce karnımı tekmelerken deli gibi bağlanmıştım, onun için börekçiye varmağı kabul ettim ya zaten .."
Kendini arayan insanın kendisini bir başkasında bulma çabasıyla başlayan bu yolculuk çoğu kez çatışma, toplumsal bastırılmışlık, ön yargılar, yaşama dair ilençle karşılığını bulur. Metinlerinde kendi dünyasını yaratan ve bu özgülük içinde Selçuk Yamen'in sözü ettiği gibi ne post modern, ne sosyalist, ne islamcı olacak bir dilsel ve düşünsel dünyanın kalıpları içinde görülemeyecek olan Karasu, masalla öykü arasındaki serüveninde "Usta Beni Öldürsen E"de olduğu gibi iktidari bireyin içinde kavrar, topluma taşır, iktidar ödürücüdür, yıkıcı, yok edicidir.Bu açıdan bütünsel bir iktidar karşıtlığıyla, ben olmak arasındaki sancı çerçevesinde okunmalıdır Karasu metinleri..


"İpten ipe, halkadan halkaya atarken kendilerini, cambazlar düşer ölür, ara ara. Yaşa bakmaz bu ölümler. Ancak, "yaşlanmış bir cambazın yüzünde, burnunun sağ kanadı dibinde, yalnız benim görebildiğim bir ben belirmeğe başlarsa, öbürleri gibi, o da, er geç ölecek "

kültür güncesi
 
gündelik yaşamın kent güncesi
 
Hayat bir sahnedir
Sanat hayatın başka bir yorumudur.İnsanın insanı insanca kavradığı bir dünya sunar önümüze..
 
yeni dönemde daha zengin bir içerikle sitemiz güncellenecektir. Sitemizde sizlerin de yazılarının yer alması için yenibirsehir@hotmail.com adresine yazılarınızı bekliyoruz.
 
 
Bugün 1 ziyaretçi (1 klik) burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol