sanat/edebiyat yazıları/Erinç Büyükaşık
burada sanata ve edebiyata dair çeşitli haberler bulunacaktır.
Almodovar Üstüne Düşünceler
Erinç Büyükaşık tarih 14.05.2008, 16:42 (UTC)
 Almodovar Üstüne Düşünmeler

İspanyol yönetmen Almodovar sinema eğitimi almamış olmasına karşın sinemayı kısa film çekerek tanıyan ve ilk filmi "Pepi, Luci, Bo y otras chicas del monton" ile izleyicisine ulaşan ve ardısıra kendi prodüksiyon şirketini kuran sıradışı bir yönetmen. Kuşkusuz bu sıradışılığın gerekçesi onun sinema dilindeki tematik farklılaşma...


Franco faşizminden başlayarak İspanya'nın tarihsel değişimlerine tanıklıkları kadar "Annem Hakkında Herşey" filminde ötekiliği ve öteki olanı kavrama uğraşısı da önemsenmesi gereken bir sinemasal devrim sayılmalı.1999 yapımı film travesti bir babayı oğlunu yitirdikten sonra aramaya çıkan bir annenin öyküsü üzerine kurulmuştu. Konuş Onunla ise adeta bir devam filmi olarak bir klinikte başlayan bi dostuğun sıradışı öyküsünü aktarırken aslında yaraların kapanmadığı bir iletişimsizlik duvarının da örüldüğü iki erkeğin dünyasına göndermeler yapıyor. " What have I done to deserve this" ise alt sınıfa ait temizlikçi bir kadının kocasıyla sevgisiz ilişkisinin, parçalanmış aile tablosunun içinde apartmanda oğluyla kurduğu yüzeysel ilişkinin ve ilişkisizliğinin verilerini kara mizah üslübuyla yapmaya çalışan 1984 yapımı bir film. Kadının yalnızlığı teması, kadının ev ve hayat içinde bir cinsel meta olarak kabulü filmin temel belirleyenleri olarak karşımıza çıkıyor.
Cannes'da hak ettiği ödülü de alan "Dönüş" ise Almodovar'ın kadınlara dair bakışının da altında çizerken filmin kahramanı Raimunda'nın kırılgan ruhunda kocasından sonra tek ve güçlü kadın imgesinin aslında ne kadar yıpranmaya hazır ve parçalanmaya açık olduğu da izleyiciye sunuluyor kuşkusuz.Taşranın yalnız kadınlarının öyküsünü aktaran film ölüm-yaşam temalarını da bu açıdan farklı bir yorumla aktarıyor. Almodovar sinemasının başyapıtları arasında irdelenmesi gereken bir diğer film de kuşkusuz "Kötü Eğitim". Enrique Goded'in yeni filmi için konu sıkıntısı yaşadığı bir zamanda okul arkadaşı Ignacio'nun elinde okul anılarına onu götürecek bir senaryoyla gelmesi üzerine şekillenen film, yine "öteki" ve dini eğitim veren bir erkekler okulunda "yasak aşk" temasının irdelendiği cesur bir film sayılmalı. Gerçekliğin senaryodan farklılaşması ve iki arkadaşın çocukluktan başlayan aşkları farklı sorgulamalarla karşımıza çıkıyor bu sefer.
Temelde toplumsal katmanların farklı uçlarını sinemasal evrene taşıyan Almodovar'ın kadınlar ve erkekleri ayrı ve yalnız dünyaların içe kapalı kabuklarında sergilediği filmlerinde belki de "erkeklerin" dünyaları kadar "kadınların" da dünyası bir dramatik öğe olarak hem kara mizahın hem de trajik öykülerin ana örgüsünü oluşturuyor. Bireysel ve cinsel özgürlük temasının ana ağırlığı taşımasına karşın Almodovar filmleri İspanya tarihiyle de yer yer hasaplaşmayı öngörüyor bu açıdan.
Dönüş'te de söz konusu olan "kasaba" teması bu noktada İspanya'nın yerel dokusuna yazarın yaptığı bir gönderme sayılabilir.Sonuçta 'Dönüş' ölüm hakkında, anne-kız ve komşuluk ilişkileri mevzularına temas eden bir komedi. Tuhaf bir kasabada, La Mancha'da ölüler ve diriler birarada mutlu mesut yaşarlar. Fakat aynı zamanda Maura'nın neden geri döndüğünü anlattığı sahne başta olmak üzere her sahne biraz hüzünlüdür, ama bu hüzne hep bir Almodovar neşesi eşlik eder. Kasabanın kadnları üzerine Almodovar'ın film karesine yansıyan aktarımları da bu açıdan ilginçtir: La Manchalı kadınlar meselelerini hep kendi aralarında hallederler. Polise gitmezler çünkü onlar çok fazla soru sorar. Televizyondan pek hazzetmezler, bağımlılık yapar. Gidenler gider, bazıları döner. Ama her şey hep kendi aralarında kalır.
Tüm bu belirlemeler ışığında sinemada yeni bir gerçekçiliğin adımları sayılması gereken Almodovar sineması kadınlar ve erkekleri, hem toplumsal hem de bireysel özgürlükler, bireyin toplumla hesaplaşma süreci açılarından algılamayı yeğlemiştir. Sinema dili açısından alaycılığı elden bırakmayan Almodovar, sinemada tip ve karakteri yüceltmeyen ve sıradanı anlatmayı yeğleyen usta bir sinemacı olarak izlenmeli ve filmlerine önyargısız ve geniş bir pencereden bakılmalıdır sanıyorum.

 

AŞK-MEMNU VE HALİT ZİYA
Erinç Büyükaşık tarih 14.05.2008, 16:41 (UTC)
 Halit Ziya'nın Türkçe'de romanın miladı sayılan "Aşk-ı Memnu" birçok açıdan Servet-i Fünun dönemi aydını yazarın tanıklıkların bir sonucu sayılabilecek değerli bir metindir. Metnin hem yazılı hem de TRT uyarlaması olarak Halit Refiğ tarafından sinema diline aktarılmış biçimi ekseninde düşünceler aktarmamız gerekirse öncelikle Fransız romancılığının "dramatik ölüm"lere gönderme yapan Anna Karaninavari bir metin örgüsünün yazar tarafından ustaca işlenmiş olduğu farkedilebilir. Konak hayatının boğan ve parçalanmış hayatlarının ve trajik kadın tiplerinin adeta yazgılarını onayan yanları açısından Tanzimat sonrasının batıya yönelik yaşamsal değişimleri de doğu ve batı çatışmasının renkleriyle karşımıza çıkar. Elbette romanın en trajik kadın tipi Bihter'dir. 23 yaşına geldiğinde Adnan Bey'in eşi olmayı ve çocuklarının üvey anneliğini kabullenen ama yasak aşk sarmalıyla yaşamı alt üst olan bu kadın, aşkın ve cinselliğin doyurulamadığı noktada "yasak aşk"ın kaçınılmazlığıyla okuru yüzleştirir. Kadın ve erkeklerin konak içinde süregiden yaşamları adeta kendi ritüellerini de beraberinde yaratır: Göksü gezintileri, bir genç kızın kadınlığa adım atması anlamına gelen çarşaf giymesi. Temelde kadınların dünyasını anlama çabasıyla yola çıkan Halit Ziya'nın kadınlara dair yüzeysel değil derinlikli bir bakış açısıyla bakma kaygısı tüm bu ritüellerin ekseninde karşımıza çıkar.
Romanda kuşkusuz trajedi yalnızca Bihter'le somutlaşmaz, evin biricik kızı Nihal'in aşkı tanıma sürecinde Behlül'ün hovardalığıyla incinen duygularıyla da yerini bulur. Romanda kadının "birey" olarak karşımıza çıktığı bu metin evlilik kurumunun "yasak aşk"la girdiği tehlikeli süreci de ortaya koyar okura.



Metindeki bireysel derinlik elbette tipleri başarılı bir batı romanı kadar teknik açıdan başarılı irdelemiş, dönemin toplumsal panoraması açısından Abdulhamit İstibdadı, yalı ve konaklarda varlığını hissettiren Osmanlı aristokrasisi usta bir çözümlemeyle dile getirilmiştir.
Metindeki karakterler açısından Tanzimat'in ilk dönem romanlarındaki siyah ve bayaz renklerden de yazar özellikle kaçınarak, Behlül'ü hovarda, Jön- türk, batının ahlaki değerlerini sorgulayan ama oldukça alafranga tip özellikleriyle çizerken tamamen mağduriyetin temel sorumlusu kılmamayı yeğler.Sonuçta okur yine de Behlül'ü tam olarak "Kötü tip" indirgemesiyle algılayamaz derinlikli bir okuma sürecinde kuşkusuz. Bihter'in trajedisi kuşkusuz birçok açıdan Anna Karanina'ya da yakın olmakla birlikte yazar tarafından Behlül'ün aşkı ve cinselliği metalaştıran ve kadına bu açıdan bir meta gözüyle bakan Osmanlı erkeğini yargıladığı da farkedilebilir. Tanzimat'ın değiştiremediği bir gerçekliği de gözler önüne serer yazar kuşkusuz: Bu dönem kadının yine cinselliği tüm mahremliğiyle ve kapalı kapılar ardında yaşamak zorundalığıyla.

 

REMBETİKO: BİR FİLMİN ARDINDAN DÜŞÜNCELER
Erinç Büyükaşık tarih 14.05.2008, 16:39 (UTC)
 
1983 tarihli Costas Ferris'in yönetmenliğini yaptığı "Rembetiko" 1920'den başlayarak Atina'nın Pire semtine mübadeleyle yerleşen İzmirli Rum göçmenlerin hazinli öyküsünü anlatan müzikal bir başyapıt. Film aslında "başıboş gezen" anlamına gelen rembome fiilinden türemiş Rembetiko'nun toplumsal derinliğine kavramaya çalışan ve Yunanistan'da üst sınıf tarafından Atina'nın gettolarına, arka sokaklarına sürülmüş bir tolumun öyküsünü yansıtıyor tüm iyi niyetiyle. Savaşın ardı sıra mübadele sonrası göçmen olmanın dışlayıcı tüm etkilerini yaşayan, tekke, yeraltı dünyasının haşhaşa bulanmış alt-kültür yansımalarını müzikal dünyasında yaşayan rebetler, müzikleriyle kuşkusuz yoksunluğun ve yoksulluğun da dillendiricisi oldular.
Rembetiko'yu sadece bir müzik ve müziğin dile getiricisi bir toplum olarak düşünmek arkasındaki tarihsel dramı anlamamak olacaktır. Ki filmde genç bir kızın büyüme sürecinde İzmir'den Atina'ya uzanan öyküsü aktarılırken aslında Rembetiko'nun bireysel tarihe dair çarpıcı aktarımları da göze çarpıyor. Stelyo Berber'in kayıtları biraraya getirerek topladığı Rembetiko albümünde bu açıdan göçmen Rumların yaşam öyküsü tüm dramatikliğiyle yansıyor ezgilere. Yoksuk evlerde yaşanan cinsellikler, aile içi şiddet, kadının göçmenler için bir cinsel metaya dönüşmesi,Yunanistan'da bu toplumun göçebe ve gezgin yaşamı bir yazgı olarak kabul edişi de filmde yansıyan unsurlar.

Osmanlı'da İzmir, Selanik gibi Yunan deosporasının sık yaşadığı bölgelerde ortaya çıkan Rembetiko, müzikal diliyle Anadolu'yla kopmaz bağlar taşımış, bu toplumun sosyokültürel olarak alt sınıf karakteri de müziğine tüm acılarla yansımıştır. Bu açıdan filmde genç kızın gezgin bir sirkte çocuğuyla ve hokkabazlık yapan kocasıyla yaşadığı öykü,çocuğunu ardı sıra bir başına büyütmesi, çocukluğunda İzmir'den Atina'ya yaşanan göç ve annesinin yaşadığı yazgoya benzerlik taşır. Rum meyhaneleri, Marika'nın Yunanistan'da yaşadığı sefil ve barakalarda sıkıntılar içindeki hayat, sevgilisi Yannis'le yaşadığı çatışmalı ilişki, annesi gibi Rembetiko şarkıcısı olmak zorunda kalışı... Kısacası tüm göçmenler gibi hayata tutunma savaşımı bu filmin karelerine yansıyan çarpıcı gerçeklikler olarak görünmektedir. Üstelik Ege'nin iki yakasını birleştiren derin bir müzikle..
Marika'nın öyküsü bu açıdan Yunanistan ve Türkiye'yle kültürel bağlarını müzikal evrenlerine yansıtmış olan göçmenlerin, meyhanelerde yarattıkları müziğin toplumsal arka planına da ışık tutabiliyor. Rebetlerin özellikle kendi ülkelerindeki dışlanmışlıklarının arkasında yatan "milliyetçi önyargı"yla Yunanistan'ın elitleri tarafından Rebetlerin asla kabullenilmediği gerçeğini de ortaya koyuyor. Belki de kültürel bölünmüşlüğü de bu açıdan en iyi yansıtan sahne yine Rum meyhanesinde bir Rebet'in söylediği "İzmir'in Kavakları" şarkısını duymak olabilir izleyici için. Türkçe söylenen bu şarkı bir anlamda bu toplumun Anadolu'ya uzanan öyküsünü de aktarıyor bizlere.
Birinci Dünya Savaşı'ndan başlayarak İkinci Dünya Savaşı'nın sancılı yıllarını Yunanistan'ın kenar mahallerinde devlet ve polis baskısı altında yaşayan müziğin insanlarına tanıklık ediyor bu açıdan Costas Ferris'in bu başyapıtı. Filmi izlerken yakınçağ Yunan tarihi bir halkın penceresinden de okunabiliyor bu anlamda.
 

Ben ve Biz Olmak Arasında DİL
Erinç Büyükaşık tarih 14.05.2008, 16:38 (UTC)
 Kavramsal açıdan dili iletişim öznesi işleviyle yaşamımızda temel saydığımız bir gerçek. Değişim süreci, başkalaşım boyutuyla dil tek başına irdelenemeyecek kadar karmaşık bir olgu oluveriyor çoğu kez bizim için. Siyasal gerilimlerde "ana dil" meselesinin neden bu derece öncül olduğu sorunun da yanıtı sanırım burada gizleniyor. İnsanın doğuştan itibaren kendi seçimi olmaktan çıkarak benimsediği "ana dil" çoğu kez bir coğrafyanın siyasal ve kültürel koşullarına bağlı olarak varlığını sürdürüyor. Kültürel bağların bireyin dilini yaratan ana gerekçe olması ailenin de zaten bir devlet aygıtı olarak kültürün taşıyıcısı olduğu gerçeğiyle doğrudan ilişkili.
"Ben" ve "Biz"i kesiştiren dil öznesi adeta toplumsal tarihin bir rehberi, seslendiricisi oluyor bu nedenle. Ülkemizde kültürel açıdan "dil" kavramının farklı etnisiteler üzerinden daha yoğunluklu tartışıldığı bu evrede ana dilin bile aslında geçirdiği değişimler, "dil canlı bir varlıktır." sözünü doğrular nitelikte kuşkusuz.
Ülkemizin siyasal haritasında Osmanlı çok uluslu yapısının ister itemez Arapça, Farsça ve Türkçe'yi melez bir senteze evrilttiği ve bunun arka planında imparatorluk olgusunun yattığı düşünüldüğünde, cumhuriyet kültürünün Orta Asya'dan başlayarak ulusalcı bir dil savaşını benimsemesini de "ulus devlet" olgusunun kendi iç mantığında çözme şansımız olabiliyor. Bugün de aynı coğrafya içinde farklı dillerin ortak yaşama alanları sorgulanıyor siyasal parametreler ışığında.
Yapısalcılığın belki de en doğru saptaması dili bir göstergeler bütünü sayması olmuştur kuşkusuz. Dil kendi gerçeği içinde bir yandan çok anlamlı, göndergeleriyle siyasal toplumsal ve kuşkusuz kamusal alana da işaret eder olmuştur bu şekilde. Bu bağlamda "özgürlük" kavram olarak hem dilsel hem de kültürel bir dil nesnesi olabiliyor hayatımızda. Siyasal hayatımızda din, batılılaşma gerçeği, ekonomik göstergeler dilin bu başkalaşımında da belirleyen oluyor bu doğrultuda. Bugün ben'in dili aslında biz'in dilini de inşa edebiliyor bu bakış açısı ekseninde. Özgürlüğün grupsal, siyasal anlam alanı, "devlet" kavramına biçilen rol, demokrasi sözcüğünün siyasal algıdaki değişkenleri de dilin çok anlamlı ve farklı alımlayıcılara açık olduğunun verileri sayılmalı.
Ben kavramını aslında farklı toplumsal aygıtlarla (iletişim araçları) çoktan biz'in parçası kılan kendi için taşıdığı süreklilikle dili aynı zamanda bugün de siyasal söylemin bir parçası kılabiliyor kuşkusuz. Bugün "laiklik" algısından, "özgürlük", "hukuk" algısına kadar her kavram farklı siyasal grupların farklı alımlama süreciyle hayat buluyor. Peki dil bu değişkenleriyle nasıl hem bir özgürlük hem de bir yasak öznesi olabiliyor? Bir yandan dilin susma ve susturulmanın hukuksal gerekçesi olması, diğer yandan resmi ideolojinin kendine ait bir dil yaratabilmiş olması bir çelişki sayılmalı mı? Kuşkusuz bu da dilin insanla ve insanın yorumuyla yaşam bulması üzerinden değerlendirilmesini beraberinde getiriyor. Edebiyatın bir üst dil yaratması kadar toplumsal hayatın kendi siyasal diliyle ilişkilenmeli bu sorunun yanıtı. Sonuç olarak dil toplumsal olduğu kadar, siyasal bir canlı olarak irdelenebilir bu doğrultuda..Bugün söylemin dille doğrudan bağı düşünüldüğünde dilin sadece kağıt üzerindeki yansımaları değil, sözel dışavurumu da dili yeterince siyasallaştırmamış mıdır sonuçta?
 

<- Geri  1  2 

Devam->

kültür güncesi
 
gündelik yaşamın kent güncesi
 
Hayat bir sahnedir
Sanat hayatın başka bir yorumudur.İnsanın insanı insanca kavradığı bir dünya sunar önümüze..
 
yeni dönemde daha zengin bir içerikle sitemiz güncellenecektir. Sitemizde sizlerin de yazılarının yer alması için yenibirsehir@hotmail.com adresine yazılarınızı bekliyoruz.
 
 
Bugün 1 ziyaretçi (1 klik) burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol